Nereden gelip nereye gittiğimizin belli olmadığı, adına hayat denen bu kısa yolculuğun anlamını yaratım sürecinde buluyorum.  Hayata bir anlam katabilmek adına yaratıyorum ve üretiyorum.

İnsan egosunun süslenmiş metalarla kandırıldığı, insanın evrenin yanında zerreden bile küçük olduğunu unuttuğu yaşadığımız yüzyılda, özümüzü ve içimizdeki çocuğun saflığını hatırlamaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle benim yaratımlarımda sert söylemler bulamazsınız. Her gün yaşadığımız olumsuz duyguları ve olumsuz olayları kendi fırçamla  yaratarak tekrar tekrar izleyicinin yüzüne vurmayı anlamlı bulmuyorum. Bunun yerine çalışmalarımda başta sevgi olmak üzere hayata ve insana dair güzellikleri hatırlatmaya ve yaşadığımız yüzyılda belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz duygular olan huzur ve sevgiyi izleyicide bir anlığına da olsa  uyandırmaya çalışıyorum. Endüstrileşmenin keskin hatlarının ve çelikten soğukluğunun mimariden modaya, tasarımdan sanata ve hatta duygularımıza kadar  her yerde kendisini gösterdiği günümüzde, tuvalimdeki sıcak renkler ve duygularla hayata yumuşak bir dokunuşta bulunmaya çalışıyorum.

Her sergimde önem verdiğim bir temayı işliyorum. Evvel Zaman İçinde I adlı kişisel sergimde zamanın bir illüzyon olduğuna, Evvel Zaman İçinde II adlı kişisel sergimde kelebekler ve asaları sembol olarak kullanarak sufizmin altyapısını oluşturan ruhun tekamülü konusuna ve Sinekkuşu I ve Sinekkuşu II kişisel sergilerimde Orta ve Güney Amerika mitolojilerinde koruyucu ruhlar oldukları ve “hayat vermenin” ve “sonsuz yaşamın” sembolü  kabul edilen sinek kuşlarıyla birlikte soyu tükenmek üzere olan canlıları resmederek nesli tehlike altındaki türlere, son sergim Solmayan Çiçekler Bahçesi’nde ise üzerindeki tüm canlılarla birlikte dünyamızı kurtaracak olanın içimizdeki sevgi olduğuna değinmeye çalıştım.

Her sergimin farklı bir konusunun olmasının yanı sıra, genel olarak çevre ve kadın sorunu kaygılandığım konuların başında geliyor ve sanırım bu tüm resimlerime yansıyor. Doğayla barışık yaşadığımız, türler arası kardeşliğin olduğu, kadına önce insan olarak bakılan ve ayrımcılığın olmadığı bir dünyayı hayal ediyorum ve konusu ne olursa olsun bu duygularla resim yapıyorum. İnsanoğlunun kontrolünü kaybederek tehlikeli bir jeolojik faktöre dönüştüğü ve gezegenimizin sonunu hazırladığı antroposen çağında ve kadın sorununun türlü ayrımcılıklarla, artan psikolojik ve fiziksel şiddetle gittikçe derinleştiği yaşadığımız yüzyılda, ağaçların, hayvanların, kadınların değerli ve güvende olduğu güvenli bir dünyaya açılan bir kapı benim tuvalim… Bir ütopyaya… Bu nedenledir ki  çok sevdiğim canlılar olmalarının yanı sıra doğayı temsilen sembol olarak seçtiğim kedilerimin de kadınlarımın da hemen hemen her zaman gözleri kapalıdır resimlerimde; kötülüklere karşı gözlerini açık tutmak zorunda olmadıklarından ve güvende oldukları bir dünyada kimi zaman huzurla uykunun kollarında, kimi zaman düşler aleminde tatlı hayallerin peşinde olduklarından…

Sizleri tuvalimden içeri girip, bir anlığına da olsa hayata es vermeye davet ediyorum.  Ütopyama hoş geldiniz…


                                                                           Arzu Karcı